11 Mayıs 2009 Pazartesi

Beni Ayakta Tutan İlkeler

Çoğu zaman ve çok gülümsemek;
zeki insanların saygısını
ve çocukların sevgisini, şefkatini kazanmak;
dürüst eleştirilerin takdirine layık olmak
ve yanlış arkadaşların ihanetlerine tahammül edebilmek;
güzelliği takdir edebilmek, başkalarındaki "en iyiyi bulabilmek";
sağlıklı bir çocuk,
bahçelik bir arazi ya da daha iyi hale getirilmiş bir sosyal durum yoluyla bu dünyayı olduğundan biraz daha iyi bırakarak terk etmek;
bir tek hayatın bile sırf siz yaşadınız diye daha rahat nefes almış olduğunu bilmek.
İşte "Başarmış Olmak" budur.

Ralph Waldo Emerson

( Paylaşmak Güzeldir :)

5 Mayıs 2009 Salı

YÜREĞİMİ ACITAN KONULAR -1

Yeniden Merhaba !

Uzun bir zaman dilimi geçti aradan.
Yeni yaşamlar, yeni umutlar peşinde,
koşuşturup duruyordum kendimce.
Yazmadım, yazamadım bir türlü .....

Dün gece CanDostum Yeğenimle sohbet ederken,
yüreğimi acıtan konulara daldık birden.
Uzun uzun konuştuk ve bana şunları söyledi.

Sen ve senin gibiler yüreğini acıtan konularda,
"aman ! ben kimim ki beni ciddiye alsınlar, deyip sustukca"
bu ülke hiç ilerlemez. Paylaşmazsan kim bilecek ki !

Düşündüm uzunca bir süre,
gerçekten o kadar çok dalmışım özel sorunlarıma ki,
nerdeyse 5- 6 yıldır bakmamışım çevremde olup bitenlere.

Bazen dayanamayıp bir şeyler yapmak istemişim
ama vazgeçip kendi kabuğuma çekilmişim yeniden.

Ben uğranda binlerce şehitler verilmiş olan Kutsal Vatanımın,
aynı havayı soluyup, aynı hayatı paylaştığım insanlarımızın,
en güzel şeyleri hakkettiğine inanıyorum
ve vebal altında kalmak istemiyorum.

Eğer birileriyle paylaşmakta bile yarar varsa, başım gözüm üstüne.
Abdestsiz gezmeye kıyamadığım bu topraklar için,
kendi halinde bir vatandaşın "çorba da tuzu olucaksa"
ne harika bir mutluluk. Keşke her şey bu kadar kolay olsa.

Şimdi yazmaya başlıyorum. (Canım Yeğenimin eleştiri oklarına
bir daha hedef olmamak ve YüreğiMİ gerçekten acıtan
ŞEYlerden birazcık olsun kurtarmak için.)

" Neleri bekliyorum yıllardır, nelerin özlemini çekiyorum.
Neler sevindiriyor beni, neler hüzünlere boğuyor. "

1 . Fransızca'dan daha kibar ve Arapca kadar da zengin
olduğunu inandığım şiirsel dilim Güzel Türkçe'min
arı ve saf haliyle yaşatılmasını istiyorum.
Uzun yıllar hep bunun özlemini çektim, hala çekiyorum.

Kendimde bile yaşayıp çok üzüldüğüm,
sözcük, vurgu ve yazım hatalarından tutunda,
söyleyiş biçimlerine kadar bir sürü yanlışlarla dolu konuşmalarımız.
Kullanım biçiminin düzeltilmesi için ciddi önlemlerin alınması
kaçınılmaz bir gerçek.

Çoğu zaman kendi kendime kahrolmuşumdur.
Neden güzel konuşamıyorum, neden düzgün yazamıyorum diye.
Az mücadele etmedim kendimle. Savunduğum değerlere
önce ben sahip çıkmalıyım ki bir şeyler, bir yerden düzelmeye başlasın.

Gene çoğu zaman oturup uzun uzun düşünmüşümdür,
aldığım eğitimlere rağmen ve çok da sevmeme rağmen
NEDEN Türkçemi güzel konuşamadığımı,
bazı kelimeleri telaffüz ederken neden zorlandığımı vb...
Hatta neden gramere uygun yazamadığımı da !..

Uzun yıllar okumuş olmak ve uzun yıllar büyük şehirlerde
çalışmış olmak çok da önemli değilmiş. Eğer temelin sağlam değil
ve çevrendekilerinde temeli sağlam değilse her şey boş
veya senin gayretlerine ve isteğine kalmış.

Üzüm üzüme baka baka kararır misali, körelip gidiyorsun.
Çevren bilinçli olucak, bu konularda hassas olucak ki,
seni sürekli uyarıp, yanlışlarını müdahele etsin, düzeltsin.
Kimi, neden, nasıl suçluyabiliriz ki.

Hepimiz papağan gibi sadece ders geçmek için ezberlemedik mi?
Çoğumuz biliyoruz edasıyla ne zaman Türkçe derslerini ciddiye aldık.
Anadilimiz ya bülbül gibi şakıyoruz zannettik. Şimdi kim suçlu!

Daha farklı bir eğitim metodu uygulansaydı sonuç nasıl olurdu?
Acaba diğer ülkelerde nasıl bir uygulama yapılıyor?
Çözümsüz bir sorun mu?
Bu meseleyi dil bilimcilere mi bırakmalı inanın bilmiyorum.
Tek bildiğim yüreğimi derinden acıttığı o kadar.

Bu merak ve özlem nedeniyle olsa gerek.
Çocukluğumda bile sokakta oynamayıp yoldan gecen
ninelerle, dedelerle sohbet etmeye bayılırdım hep.
Bazen anlıyamazdım bana neler anlattıklarını ama dinlerdim.
Şiir gibi gelirdi onların samimi, sıcak, heyecanlı nefes nefese konuşmaları.

Bilirdim beni sevdiklerini, elime tutuştudukları kıvrılmış yufkadan.
Arası bazen peynirli, bazen boş ama lezzetlimi lezzetli sıcacık sevgi dolu.

Bilirdim beni sevdiklerini, sepetini taşıdığım için,
diğer çocuklar görmeden gizlice cebime sokulan halka şekerden.
Anlıyamazdım ama harika şeyler söylerlerdi arkamdan ben uzaklaşıken.

Üzülürdüm güzel olduğunu hissettiğim ama anlıyamadığım için.
Kelimelerin, sözlerin, sözçüklerin peşine düşerdim.
Bazen yol boyunca, tekrarlayıp ezberlerdim, unutmamak ve
eve varınca Anneciğime "Gü'sün Nine bana ne söylemiş diye" sorabilmek için.

Biricik anneciğimi beni bir yere gezmeye götürdüğünde
nerdeyse pişman edercesine soru bombardımanına tutardım.
O dünya tatlısı Anneciğim büyük bir sabırla tek tek cevaplardı sorularımı.

O ne demek?
O nine neden öyle dedi?
Biz neden onun dediği kelimeleri kullanmamıyoruz?
Biz neden onun dediği kelimeleri anlıyamıyoruz?
Öyle deyince ne oldu?
Aynı şeyi istiyor ama neden başka söylüyor?
Sonu gelmez sorular...........